Makinelerin insan gibi düşünme ve davranma yeteneği olarak ifade edebileceğimiz Yapay Zekâ (AI), felsefi ve bilimsel bir fikir olarak yüzyıllardır var olsa da bu alandaki pratik uygulamaların 20. yüzyılın ikinci yarısında, bilgisayar teknolojilerinin gelişmesiyle başladığını söyleyebiliriz.
Makine öğrenimi, doğal dil işleme, bilgisayar görüşü ve robotik gibi çeşitli disiplinlerden oluşan geniş bir alanı kapsayan yapay zekanın gelişiminde, 1956 yılında düzenlenen Dartmouth Konferansı’nın önemli bir dönüm noktası olduğu bilinmektedir. Bu konferansın ardından yapay zekâ, akademik ve endüstriyel olarak daha fazla ilgi görmeye başlamış ve bu ilgi yapay zekâ alanında önemli ilerlemeler kaydedilmesini sağlamıştır.
1957 yılında, Arthur Samuel, ilk yapay öğrenme algoritmasını geliştirmiş, bu algoritma, oyun tahtalarında kazanma olasılığını artırmak için bir bilgisayar programını eğitmiştir. 1966 yılında ise Joseph Weizenbaum tarafından geliştirilen Eliza isimli sohbet robotu, insan benzeri konuşmalar yapmıştır.
1980’li yıllarda yapay zekâ alanında gerçek dünyadaki uygulamaların sınırlı olmasından kaynaklanan bir durgunluk yaşansa da 90’lı yıllara gelindiğinde bu alandaki çalışmaların arttığı görülmektedir. Bu canlanmanın temelinde şüphesiz, teknolojide yaşanan gelişmeler ve bilgisayarların çok fazla donanımla farklı ihtiyaçlara cevap verebilme yeteneği yatmaktadır. Bu sayede büyük miktarda veri toplamak ve analiz etmek mümkün hale gelmiştir.
2000’li yıllar ise bu alanda önemli ilerlemelerin kaydedildiği ve yaygınlaştığı bir yıl olmuştur. Günümüzde ise büyük bir hızla gelişen yapay zekanın birçok önemli kullanım alanı ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, makine öğrenmesi ve derin öğrenme teknikleriyle, büyük veri setlerinden bilgi çıkarabilme yeteneğine sahip olan yapay zekalar; tavsiye sistemleri, görüntü ve ses tanıma, otomatik çeviri gibi uygulamalarda büyük başarı sağlanmasına olanak tanımıştır. Bugün sağlıktan eğitime, bankacılıktan üretime hayatımızın birçok alanında etkin bir şekilde kullanılmaya başlayan yapay zeka, özellikle sürücüsüz araç teknolojilerinde büyük rol oynamakta; sağlık sektöründe, hastalık teşhisi, tedavi planlaması ve ilaç geliştirilmesinde, müşteri hizmetleri, chatbotlar, otomatik dil çevirisi, kişisel asistanlar gibi alanlarda da etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Bu sayede, insan etkileşimi iyileştirilebilirken, iş süreçleri otomatikleştirilmekte ve bazı alanlarda verimlilik de artmaktadır.
Birçok sektörde süreçleri kolaylaştıran, bazı sektörlerde tamamen insanın yerine geçen, kimilerine göre büyük risk, kimilerine göreyse büyük fırsat olarak değerlendiren yapay zekâ uygulamalarının her geçen gün yeni bir donanım ve yetenek eklenerek bugün, hayatlarımızda daha fazla yer kapladığını söylemek mümkün.
Her ne kadar büyük veri setlerini kısa sürede işleyip istenen bilgiye ulaşılmasını kolaylaştırsa da bu uygulamaların kişilerin araştırma, muhkeme etme ve analitik düşünme yetenek ve isteklerini olumsuz yönde etkileyeceğini söylemek yanlış olmaz. Eğitimli ve donanımlı bireylerin bu uygulamaları kullanımı ile kendini mesleki anlamda hiç geliştirmemiş bireylerin yapay zeka kullanımının iş sonuçlarında büyük farklar doğuracağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira yapay zekanın bize sunmuş olduğu bilgiye mesleki olarak hâkim değilsek ve üzerine kendi yorumumuzu katıp bu bilgiyi doğru işleyemiyorsak, bu önemli aracı kullanımda kopyala yapıştırdan öteye gidemiyoruz demektir.
Ufak kırılımlarda yapay zekanın; insan beyninin, düşünme biçiminin ve olaylar arasındaki ilişkilendirme yeteneğinin önüne geçebilmesini bugün için mümkün görmemekle birlikte gelecekteki gelişmeler için açık kapı bırakmak gerekiyor. Özellikle birebir iletişim ve ilişki yönetiminin çok önemli olduğu alanlarda, empati yeteneğinden yoksun bu uygulamalar işleri kolaylaştırsa da iletişim, satış, pazarlama ve müşteri ilişkileri gibi sektörlerin tamamen yerine geçebilir mi, bu sorunun cevabı bugün için hayır.